Nedir asabını bu kadar bozan Ahmet Hakan? İnsanların koyun gibi ağıllarda yaşamak istemiyor olmaları mı?
*** Gazetecilere takmış durumdayım. Bu sefer Ahmet Hakan. Eleştiriyi bırakayım dedim ama onlar benim yakamı bırakmıyorlar. Gazeteye neden bakıyorum, neden haberleri takip ediyorum bilmem. Okuyunca da cevap yazmasam olmuyor. (Benim cevabımı isteyen fikrimi soran olmamış olsa da fark etmiyor ;) “Sizin de asabınız bozulsun”, “Siz de sinirlenin” demek yeni moda mı bilmiyorum. Bir de bunları pazar günü yazıyorlar galiba özellikle. İşte Ahmet Hakan'ın 14 Şubat tarihli yazısı: “Müslüman bir mülteci neden Suudi’ye sığınmak istemez?” HEM Müslüman, hem Arap bir mülteci… Neden dilini konuştuğu, aynı dine inandığı insanların bulunduğu, üstelik de gayet müreffeh bir ülke olan Suudi Arabistan’a değil de… Yabancı düşmanlığını yükseldiği, neo-Nazi dazlakların at koşturduğu, camilerin kundaklandığı Almanya’ya sığınmak ister? * Hem Müslüman, hem Arap bir mülteci… Neden Arapça konuşulan, günde beş vakit ezan okunan, üstelik gayet şık ülkeler olan Katar, Bahreyn, Dubai gibi Körfez zengini ülkelere kapağı atmak için değil de… Minare referandumunun yapıldığı, İslamofobik dalganın kabardığı, düşünce özgürlüğü adına Peygamber karikatürlerinin yayınlandığı Danimarka, Fransa, İngiltere gibi ülkelere kapağı atmak için çırpınır? * Hem Müslüman, hem Arap bir mülteci… Neden kendisine kol kanat geren, kendisine ev sahipliği yapmaktan gayet memnun olan ve kendisiyle aynı dine inanan insanların çoğunlukta olduğu Türkiye’de kalmak yerine… Sınırların açılması söz konusu olduğu anda... Kendisini hemen İsveç, Norveç, İsviçre gibi ülkelere atmak ister? * Bu sorular var ya bu sorular… Benim asabımı çok bozuyor. Biraz da sizin asabınız bozulsun istedim.” Asabımı bozuyor cidden böyle yazılar. Esin Övet'inki gibi... ( http://gulinworld.weebly.com/blog-tur/cocuk-dovmek-ustune ) Ama yazarlarının istediği sebeple değil başka sebeple bozuyor. Çok “haklı” görünen bu tarz bilgiç yazıların “içi boş”luğu ve insanları kötü/yanlış yönlendirmesi asabımı bozan. İnsanları-kitleleri etkileyebilecek konumda insanların böyle tek taraflı yazıları. (Ahmet Hakan'ın “Tarafsız Bölge” diye program sunması da nasıl bir ironidir!) İnsanlar zaten pek düşünmüyorlar, insanlar zaten pek sorgulamıyorlar, bir de bu etkili ve “güvenilir” kişilerden onay alınca varın dinleyin siz kendilerinden emin karga-papağan korosunun yüksek perdeden konserini. Ahmet Hakan, ki bunca yıllık gazetecilik tecrübesi var, Türkiye’nin en çok güvendiği isimler anketinde beşinci sırada çıkmış, bu kadar cahil olabilir mi? Olabilir mi gerçekten? Eğer bu sorular kafana takıldıysa ve konuyla ilgili hiç okumadıysan bir araştırıver İnternetten. Kimse senden savaş alanına gidip hayatını tehlikeye atmanı beklemiyor, kamplara gidip insanların hayatını görüp konuşmanı dahi beklemiyorum. Ama oturduğun yerde bir-iki tık atıver de bir-iki saatini harcayıver böyle ukalalıklar döktürmeden önce. Sor sorunu Google'a, cevabını okuduktan sonra yorum yaz. Adam gibi bir analiz yap. “Cevabı yok” deme çünkü bugün İnternette her şeyin öyle veya böyle bir cevabı var. Arap kanalları ve gazetelerinin İngilizce edisyonları var. (İngilizce biliyorsundur sanırım, bilmiyorsan da tercümanlar da var İnternette.) Bu soruları soran ilk ve tek sen değilsin. Başkaları da sormuş, birileri de cevap vermiş. Oku onları, düşün ve sonra yorum yaz. Hoş, zaten sen cevabı kendince vermişsin, insanların da belli bir sonuca varmasını istiyorsun, orası açık ama ayıp. Hadi kıçımızı kaldırıp onlar için bir şey yapmıyoruz, kendi konforlu hayatımızdan vazgeçmiyoruz ama bir de bu kadar haksızca vurmayın abalıya. * Bir kere bu insanlar o söylediğin ülkelere gidebiliyorlar mı? Çölü aşmak kolay mı? Gittiler diyelim güvenli mi? Mısır'a gidip oradan da kaçmak zorunda kalanları biliyoruz. Sırf Müslüman olmak yetmiyor, herkes bölünmüş, herkes birbirine düşman. Bak BBC'de “Why Syrians do not flee to Gulf states” (“Suriyeliler neden Körfez ülkelerine kaçmıyorlar?) başlıklı bir yazı var. (http://www.bbc.com/news/world-middle-east-34132308 ) Tam aynı soruyu sormuş seninle. Yazıya göre Suriyeliler turist vizesi veya çalışma izni ile bir Körfez ülkesine gidebiliyorlar. Ama masraflı ve kolay değil. Ailesi orada olanlar için işler daha kolay ama bu ülkeler genelde vatandaşlık vermiyorlar veya çok zor veriyorlar. Bir forumda biri “Suudi Arabistan'da vasıflı yabancı bir işçi olarak çalışmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?” diye soruyordu. Kendisi cevap vermiş. “Oldukça zor. Hükümet çok baskıcı ve vatandaşlığa giden hiçbir yol yok.” Şu anda Suudi'nin birçok Suriyeli aldığı ve baktığı söyleniyor. (https://arabiainterculture.wordpress.com/2015/10/19/why-syrian-refugees-do-not-go-to-saudi-arabia/ ) Çok etkili ve uluslarası saygı gören bir Suudi gazeteci Jamal Khashoggi Suudi'nin trajedinin başından beri Suriyelileri aldığını, Suudi'de beş yüz bin kadar Suriyelinin olduğunu söylüyor. Bu konu üstüne yazılan yazılarla birlikte yorumları da takip ettim ben genellikle. Üşenmedim binlerce kişinin yorumunu okudum teker teker. Sırf insanların ne düşündüğünü, nasıl baktığını görmek, onları anlayabilmek için. Kimisi BM'nin Göçmen rakamlarını referans gösterip Körfez ülkeleri için “0” diyordu yorumlarda. Ben de sanmıştım ki haklılar. Meğer onun da bir açıklaması varmış. Suudi ve etrafındaki GCC (Gulf Cooperation Council) yani Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyi üye ülkeleri 1951'de BM anlaşmasını imzalamamış, dolayısıyla uluslararası göçmen almak için özel bir hukuki/yasal yükümlülükleri yok. Buna rağmen o koca “0” Suriyelileri almadıklarını değil, bunları UNHCR'a (United Nations High Commissioner for Refugees) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne rapor etmediklerini gösteriyor. Anlaşmayı imzalamadıkları için öyle bir zorunlulukları yok. Bu ülkelerde göçmen sayısının “0” gözükmesinin nedeni, gelenleri göçmen diye kaydetmemiş olması imiş; vize ile gelen turistler onlar. Suudi, Suriyeliler gibi Yemenlilere de açık uçlu vize uzatma hakkı tanımış. Çocuklarını getirmelerine de izin vermiş, devlet okullarına gitmelerine de izin vermiş. Suudi başka ülkeler gibi vizeleri bittiğinde onları kapı dışarı etmemiş, ama bunu ileride yapmayacağının garantisi yok. Kafalarına estiği zaman geri gönderebilirler bu insanları. Takdir edersiniz ki bu koşullarda istikrarlı, stabil bir hayat kurmak zor. Kimse sürekli yeni bir hayat kurmakla uğraşmak istemez. Hele de çoluk-çocuğu varsa. İki kere evlendim boşandım, birçok kere taşındım. Sonra İtalya'ya yerleştim. Hele başka bir ülkeye yerleşmek, evrak işleri -ki benimki bir vatandaşla evlendiğim için nispeten düz bir yoldu- o kadar zahmetli ki.: Canından bezdiriyor insanı. Kim ister her an atılabileceği bir ülkede sığıntı olarak yaşamayı? İtalyan vatandaşlığı alana kadar Allah korusun kocama bir şey olursa ne yapacağımın ağırlığını taşıdım. Öyle bir durumda Türkiye'de başımı sokabileceğim bir evim olmasını istedim. Ne zaman ki vatandaşlık aldım, bu manevi ihtiyacım kayboluverdi birden. Kim ister her an kapı dışarı edilebileceği bir ülkede sığıntı olarak yaşamayı? Almanya’ya İsveç'e gidiyorlarsa iş imkanı bulabilirler ve yerleşip yeniden kök salabilirler diye gidiyorlar. Kendilerine, kendilerinden önce çocuklarına bir gelecek inşa etmek istiyorlar. Bir gün dönmeyi düşünseler de bunun kararını ve zamanını kendileri verebilmek istiyorlar. Çok mu zor bunu anlamak? * Bak Avustralya Parlamentosu sayfasında “Destination anywhere? Factors affecting asylum seekers’ choice of destination country” (“İstikamet herhangi bir yer? Mültecilerin hedefledikleri ülke seçimlerini etkileyen faktörler”) diye bir araştırma sonuçlarını yayınlamış. ( http://www.aph.gov.au/About_Parliament/Parliamentary_Departments/Parliamentary_Library/pubs/rp/rp1213/13rp01 ) Çoğu zaman bu insanların seçme hakları yok. Olduğunda seçenekleri kısıtlı. Aman da “Bu sene Karayipler'e mi gitsem Maldivler'e mi? Yoksa Bodrum mu Marmaris mi yapsam?” diye seçim yapmıyorlar. Veya “Bu akşam da Taksim'de bla blaya mı gitsek, bilmem nerede mi takılsak?” diye düşünmüyorlar. (Yer ismi veremedim çünkü artık İstanbul'da yaşamadığım için moda lokalleri bilmiyorum, siz yerleştiriverin bir zahmet.) Rapora göre mültecilerin seçimlerini daha çok onlara yardımcı olan insan kaçakçıları şekillendiriyor. Kendileri seçim yapacak konumda olduklarında da aile-arkadaş çevreleri, sosyal bağlantıları ve ülkede insan haklarının olması, kanunun uygulanması gibi faktörler etkili oluyor. Çoğunlukla da tesadüfler yönlendiriyor onları. Yolda karşılaştıkları insanlardan duydukları, gazetede okudukları bir makale vs. kararlarını etkiliyor. Gerçek veya yanlış olabiliyor söylentiler. Kararları dinamik ve esnek. Her an değişebiliyor. Bir yere diye yola çıktıklarında zorluklarla karşılaşınca başka yere götürebiliyor yollar onları. Veya bir ajanla tanışıyorlar, karşılarına başka bir fırsat çıkıyor, rota değiştiriyorlar. Ben de gayet iyi bilirim. Dünya seyahatlerimi genelde öyle yaptığım ve hayatta yolumu öyle çizdiğim için. Tesadüfler ve çıkmaz yollarla karşılaşınca başka yöne saparak... Bu araştırmada açıkça ifade edildiği gibi... (“It is often assumed by politicians and members of the public that asylum seekers are attracted to certain countries because of favourable policies relating to the asylum process and economic support available to refugees. However, research into asylum seekers’ knowledge of potential destination countries reveals that this is rarely the case.) “Politikacılar ve halk (Ahmet Hakan'ın da yazısından çıkan sonuca göre yaptığı gibi) mültecilerin çoğunlukla mülteci işlemlerinde elverişli politikalar izleyen ve mültecilere sunulan ekonomik destek yüzünden belli ülkelere çekildiklerini varsayıyorlar./zannediyorlar. Ancak, mültecilerin potansiyel hedef ülkeler hakkında bilgilerine dair yapılan araştırma bunun nadiren böyle olduğunu ortaya koyuyor.” Çoğu mülteci zaten coğrafya olarak yakın yerlerde kalıyor, bir gün geri dönme ümidi taşıyor. Daha uzaklara, endüstriyel ülkelere gidenlerin son duraklarını da kendi tercihlerinden çok şans belirliyor. Araştırmalara göre birçoğu için kararı onlar adına insan kaçakçıları veriyor. * Dillerinin konuşulduğu, dinlerinin ortak olduğu Ürdün'e gitmişler, onlara kucak açan Türkiye’ye gelmişler. Peki neden Türkiye'de kalmıyorlarmış? Hiç mi konuyla ilgili okumadın hiç mi televizyonda röportaj dinlemedin yahu sen? Belki Türkiye’de yayın yok diyeceğim ama senin çalıştığın kanalda Cüneyt Özdemir tam da bunun üstüne bir program yapmış. Neden Türkiye’de kalmıyor bu insanlar? Ben sana söyleyeyim. Türkiye’de yaşam koşulları kötü, durumları nedeni ile sömürülüyorlar, ucuza çalıştırılıyor (normal bir işçinin ücretinin yarısına, hatta dörtte birine), sonra o üç kuruş paralarını bile alamıyorlar da onun için. Üstelik bu çok yaygın bir olay. Keza, üniversitede araştırma görevlisi iken devlet memuru olarak çalıştığım süre dışında Türkiye'nin en büyük kurumlarından bile paramı kolay kolay alamadım. Özel ders verdiğim öğrencilerden en zenginler, armatörler paralarını ödemedi. Her seferinde bir bahane bulup kaçtılar. Hesap makinemi dahi alıp gitti biri ve geri getirmedi. Bir sürü büyük turizm firması ile çalıştım. Bir miktar ödeme yaptılar ama ne kadarından yırtabilirlerse yırtmaya çalışıp hakkım olanı ödememek için yan çizdiler. Sonra Milliyet'le anlaştım, paramı hiç vermedi. Hadi Doğan grubu, sansasyon peşinde, beklenir onlardan dedim, kitabım için İş Kültür'le anlaştım. Eh, çok saygın bir kurum. Anlaşma imzalamış oldukları halde sözlerini tutmadılar, dava açmak zorunda kaldım. Ardından İnkılap'tan kitabım çıktı. İnkılap, Türkiye'nin en eski yayınevlerinden en büyük 5-6 yayınevinden biri. Anlaşmamız var, ödeyecekleri telif komik, cüzi bir rakam. Sembolik bir rakam. Ödemediler. Ancak ihtar çektikten sonra alabildim. Sonradan öğrendim ki bu bir tek bana mahsus değilmiş, birçok kişinin başına aynısı gelmiş. Zaten lanetli olduğuma inanıp bunların sadece benim başıma geldiğini düşünmüyorum, tam tersine çok yaygın bir davranış tarzı olduğunu düşünüyorum. Voyager deseniz öyle. Telif ödeyecek paraları yokken seyahat dergisi çıkarmaya kalkıyorlar. Cumhuriyet deseniz yazının ciklet kadar bile değeri olmadığına inanıyor ve bunu savunuyor. Hayır yazıma saygı göstermiş olsalar canım yanmaz. Bir de kırpıp kepaze edip yayınlamışlar. Ondan da telifimi ancak dava sonucu alabildim. Üstüne dünya kadar avukat ücreti ödeyerek! ( http://www.gulin.world/adalet-ustune.html ) Hürriyet Seyahat'teki yazılarım için komik telifleri tahsil edebildim ama o da editörle zaman içinde ahbap olduğum için ve elbette çoğu zaman defalarca paramı yatırmadıklarını hatırlatmam gerekerek. Ben bu ülkenin vatandaşı iken ve bu durumlara düşmüşken o insanlar ne yapsınlar? Keza İtalya'da da durum aynı. Buraya bir kamyonun tekerinde gelen bir Rumen tanıyorum. Tanıdığım en çalışkan ve iyi insanlardan biri; işini düzgün yapan biri. O da sömürülüp duruyor burada. Paralarını, haklarını, emeklerinin karşılığını vermeyen birinden nasıl tahsil etsin paralarını bu insancıklar? İsveç ve Norveç'te, İsviçre ve İngiltere'de işlerin daha düzgün yürüdüğünü düşünüyorlardır belki. Şanslarını yeni bir yerde, başka bir yerde, methini duydukları bir yerde denemek istiyorlardır. Çok mu zor bunu anlamak? Gelelim başka bir konuya... Çadırlarda kamplarda yaşam sence çok mu cazip? Daha ne istiyorlar değil mi? Canlarını kurtarmışlar daha ne istiyorlar? Onların yerinde sen olsan çoluğun çocuğun olsa onlara öyle bir yaşamı mı hak görürdün? Deneyecek tabii ki insan! Yaşam koşullarını kendisi ve ailesi için iyileştirmek için çabalayacak, daha da önemlisi çocuğunun daha iyi bir geleceği olması için çabalayacak. Yoksa hayatın ne anlamı var? Ölelim daha iyi. Pes edip hayattan vazgeçenler var elbette ama insan daha iyi bir hayat için daima mücadele veriyor, insan metanetli, insan azimli. “Çocuğumu alın, o okusun, ben Suriye'ye dönerim,” diyen anneden haberin olmadı mı? O anne ki canından ayrılmaya razı, yeter ki çocuğunun düzgün bir hayatı olabileceğini bilsin. Bunları gazetenin abartısı ve dramatizasyon diye de göremiyorum ben bir anne olarak. Eğer o koşullarda olsam ben de aynı şeyi söylerdim çünkü. Ülke seçiminde ekonomi elbette ki önemlidir. Neden olmayacakmış? Gerçek mültecilerin, yani kendi ülkesinden ekonomik nedenle ayrılmayanların dahi kendileri için en uygun hayatı kurmaya çalışmalarından daha doğal ne olabilir ki? Olabilir mi gerçekten, söyler misiniz bana? Haberler sanki herkes Almanya ve İsveç'e gitmek istiyormuş gibi gösterse de... Ki istiyorlar tabii yalan da değil ve gayet de doğal çünkü o ülkeler de o göçmenleri istiyor ve kollarını açıyor o ayrı ama rakamlara baktığınızda halen büyük çoğunluk Türkiye, Ürdün ve Lübnan'da. Bir gün Avrupa'yı sular seller basar veya ciddi bir doğal felaket yaşanırsa, -olur ya olur, kim biliyor geleceği?- Avrupalılar Afrika'ya Asya'ya veya Güney Amerika'ya gitmek istemeyecek mi? Birisi bir liste yapmış. İsveç'teki mültecilerin on misli İsveçli Finlandiya'da. Yedi misli İsveçli Arjantin'de. ABD'deki dört milyonun üstündeki İsveçli, nüfusun % 1,4'ünü oluşturuyor, İsveç'teki mülteci oranının 46 misli. Bu rakamları kontrol etmedim ama lütfen lütfen lütfen insan hareketini, yani göçü sadece Ortadoğu'dan Kuzey Afrika'dan Avrupa'ya veya Güney Amerika'dan Kuzey Amerika'ya sanmaktan ve öyleymiş gibi konuşmaktan yazmaktan vazgeçin! (Bakınız http://www.gulin.world/hayali-cizgiler.html adresindeki Alex Andreou hikayesi veya fıkrası.) Eğer soracaksanız neden bu Avrupalılar da yaşamak için oralara gidiyor diye sormanız gerek! Otursunlar oturdukları yerde! Hatta herkes doğduğu yerde kalsın, kımıldamasın! Gelelim asap bozukluğuna... Ahmet Hakan'ın bu sorularla demek istediği birçok kişinin papağan gibi tekrarladığı “Aaah Almanya ve İsveç'e gidip bedavadan yaşamak istiyorlar, devlet/başkaları onlara baksın istiyorlar, rahat/lüks hayat istiyorlar” filan herhalde. Böyle bir cevabı var sanırım bu sorulara. Onun için asabı bozuluyor. İnsanlar Suriye'de yan gelip yatıyorlar mıydı ki savaş başladığında “Fırsat bu fırsat, gidip Avrupa'da daha güzel yan gelip yatalım” diye mi düşündüler? Veya ekonomik göçmenlerin hepsi de tembel asalaklar, üç kuruşla yan gelip yatmak mı istiyorlar? Ben inanmıyorum buna, çoğunluk öyle üç kuruş sadaka ile yaşamayı değil çalışıp alnının teri ile beş kuruş kazanmayı tercih eder. Ama velev ki durum Ahmet Hakan'ın dediği gibi olsun. Sanki Suriyeliler koymuşlar bu kanunları. Sosyal yardım vs. Kimse kimseye yardım etmesin. Yok öyle bir zorunlulukları. Kim imzalatmış bu ülkelere bu mülteci anlaşmasını? Silah zoruyla mı imzalamışlar? Kuralları kanunları kendileri koyuyorlar, sonra beğenmiyorlar, işlerine gelmedi mi etrafından dolanmak için yollara başvuruyorlar. Önce kendilerini bağlayıp sonra kıvranıp duruyorlar. -Zaten koydukları şartlar göçmenler için de abuk. Neymiş efendim “Canlı olarak Avrupa'ya ayak basabilirseniz mültecilik statülerinizi değerlendiririz, yoksa uluslararası sularda yakalanırsanız botunuzu deler batırırız veya geri göndeririz. Statünüzü uygun bulmazsak da geri göndeririz.”- Vıyk vıyk edeceklerine.: İstiyorlarsa çeksinler imzalarını geri. Kimsenin savaştan kaçanlara da yardım mecburiyeti olmasın. Ama Kimsenin de kimseyi doğduğu dünya üzerinde bir yerden bir yere gitmekten alıkoymaya da hakkı olmasın! İnsanlar doğdukları dünya üstünde özgürce hareket edebilmeliler. Aksi insan doğasına aykırı, insan haysiyetine hakaret. Tabii Ahmet Hakan için çözüm olmaz bu. Onun için başka önerim var: Kimin nereye gitmesi gerektiğini sen söyle istersen. Böylece asabın bozulmasın Ahmet Hakan. Bütün yukarıda yaptığım açıklamaların hepsi de BOŞ aslında. Çünkü yanlış soruları soruyor Ahmet Hakan. Benim sorduğum sorular başka. Bir yere vize almak için gittiğinizde konsolosluklar banka hesap cüzdanlarınızı, kredi kart ekstrelerinizi, ev-araba mal varlığınızın belgesini istiyorlar sizden. Ülkelerinin kutsal topraklarına ayak basmaya layık olup olmadığınızı tespit edebilmek için. ( http://www.gulin.world/vizeler-ustune.html ) Fakirlerin durumları olduğu haliyle yeterince kötü değilmiş gibi, bir de ayrımcılığa ihtiyaçları mı var? Sadece zenginlerin, sadece imkanı olanların bir yerden bir yere hareket etmesine izin verilmesi kabul edilebilir bir adaletsizlik midir? İnsanın iş imkanlarının daha yüksek olacağı bir yere gitmek istemesinden daha doğal, daha “normal” ne olabilir? “Mutluluk Arayışı” Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin temel taşlarından biri değil mi? Ve bu evrensel temel bir hak değil mi? Değilse, neden değil? Bir insan, neden üstünde doğduğu dünyada istediği gibi hareket edemiyor? Neden sırf içine doğduğu hayali çizgi yüzünden dünya üstünde hareketi kısıtlanıyor? Bu nasıl bir ırk ayrımcılığıdır ve insanların beyinlerine nasıl işlenmiştir, nasıl derin dağlanmıştır ki bunca insan buna kör bir şekilde inanmaktadır? Asıl sorulması gereken sorular bunlar. Sorulması gereken en doğru tek soru da şu: Bir insanın dünya üstünde hareket alanı neden içine doğduğu hayali çizgi ile – ya gerçek anlamda kanlı bir savaş ya da mecazi anlamda kanlı politika ile çizilmiş hayali çizgi ile belirleniyor? İşte bu soru var ya bu soru… En çok da bu soru benim asabımı çok bozuyor. Ben sizin de asabınız bozulsun istemiyorum. İstediğim bu dünya çapında adaletsizliği görmeniz ve kabul etmeniz sadece. Değiştirmek için çaba harcamanızı dahi istemiyorum. Şu noktada sadece bunun çarpıklığını ve kabul edilemezliğini görün yeter benim için. Sizler bunu gördükten sonra bir sonraki aşamaya geçeriz. *** Not: Ha, nasıl ki ben sizin sorularınıza çok rahat cevap verebiliyorum, Ahmet Hakan'dan veya onun gibi düşünenlerden rica ederim ki eğer sizin bu sorulara benim sizinkilere olduğu gibi çok kolay ve size göre çok açık bir cevabınız varsa lütfen paylaşın da ben de sinir olmaktan vazgeçeyim. Ama bana ekonomik durum, bu kadar kalabalıkla baş edemeyiz filan demeyiniz. Yukarıdaki sorularıma cevap istiyorum. Ne sormuşsam ona cevap. Sınırları kaldırmanın, insanlara hareket özgürlüğü tanımanın dünya için daha iyi olacağından emin değilim. Yani böyle bir iddiam yok. Ancak bugünkü durumun, vize uygulamalarının ÇOK BÜYÜK ve KABUL EDİLEMEZ bir ADALETSİZLİK olduğundan hiç şüphem yok. İnsanların bir yerden bir yere gitmesini engellemek için kontrollere para harcamanın da çok büyük ÇARÇUR ve GERZEKLİK olduğundan da şüphem yok. Para dediğiniz nesne İNSANA harcanmalı. HAYATI ve DÜNYAYI daha güzel hale getirmeye harcanmalı. Zorluk çıkarmaya, birilerinin hayatını karartmaya değil. Ha diyeceksiniz ki “Teröristler var”, “Can korkumuz var”, ben de diyeceğim ki "Eğer parayı doğru yere harcarsanız böyle dertleriniz kendiliğinden yok olur zaten." Not2: Bütün araştırmalarınızı da bana yaptırmayın ya! Kişisel asap bozukluklarınızı paylaşın, can sıkıntınızı giderin, içinizi dökün diye mi para veriyor size gazeteler? Yoksa bedava mı yazıyorsunuz, sizi de sömürüyor mu gazeteler? Olsun, yine de bir iş yapacaksanız adam gibi yapın. Bana bunları araştırıp yazmam için para veren yok. Yine de yapıyorum. Yapacak işim de yok zannetmeyin sakın. Ev işlerinin ve kızımın dışında daha kitabımı bitireceğim ve kendime yayıncı arayacağım. Ama tabii o da asabımı bozuyor... Kusura bakmayın, isim vermek gerekiyor bu piyasada cidden... Mehmet Yaşin gibi kaç yıllık eskimiş püskümüş bilgisiyle ukalalık taslayanlara, Serkan Ocak gibi anti-profesyonellere ( http://www.gulin.world/gazetecilik-ustune.html ), Esin Övet gibi çığırtkanlara, Ahmet Hakan gibi iki satır düşünmeden “döktüren”lere maaş ödemeye hazır birileri varken ben para kazanamıyorum yazıdan. Pucca'ya da maaş ödeniyor mu bilmiyorum? Türk basını, Türk yayın dünyası kimleri “besliyor” ama ben Türkiye'nin en iyi okullarında okudum ve eğer kocam olmasa atalardan kalan olmasa aç açıktayım veya istemediğim bir işte sürünmekteydim. Not3: Çok daha kötü gazeteciler çok daha beter yazılar var mı? Var elbette. Ama onlar partizan ve "kötü"lüklerini gören göz görüyor zaten, görmeyen de fanatik futbol taraftarı gibi baktığından göstermeniz pek mümkün değil. Benim derdim bu tarz ilk anda "Ay ne haklı!" duygusu uyandıran ama hiç de haklı olmayan yüzeysel yazılarla. Hele de bunu bu kadar saygın bir gazeteci yapınca olmuyor. E olmuyor kusura bakmayın.
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
AuthorGülin De Vincentiis Archives
February 2016
Categories |