Yine HaberTürk'ten biri. Esin Övet... Yeni yılın ilk pazarı “Ellerin Kırılsın Ey Kadın” diye bir yazı yazmış:
Dadılar dövüyor, azarlıyor o küçücük yavrucakları. Gizli kamera bunları ortaya çıkarınca isyan ediyoruz, deliriyoruz, çıldırıyoruz. “Çocukları güvenmediğiniz dadılara vermeyin” diye bağırıyoruz tamam da bunları yapan öz anne olunca ne diyeceğiz?.. Hiç güvenilmeyen öz anne olur mu? Kendi öz annesine güvenilmezse kime teslim edilir bu çocuklar?.. Bir kadın 9 ay karnında taşıdığı, emzirdiği, kokusunu içine çektiği yavrusunu nasıl döver? Nasıl kalbine vurur, nasıl beddua eder? Nasıl “Öl” der?.. Aklım almıyor. Almayacak. Zaten benim, boşandıktan sonra çocukları babasına bırakan kadınları da aklım almıyor. Konya’daki o kadının adını bile anmak istemiyorum. Ellerin kırılsın ey kadın! Çocuğu olsun diye uğraşan kadınlara ayıp, günah, yazık. O çocuğun geleceğine yazık. O çocuğu döverek bir cani yetiştiriyorsun ey kadın! Etrafta çok görüyorum, çok duyuyorum. Hatta çocuklarını döven kadınları uyarınca ben kötü oluyorum. Ama bundan sonra direkt şikâyet edeceğim. Direkt arayacağım polisi. O yavrucakları ağlatan pislik kadınların ellerinden alsınlar çocukları. Bazı kadınlar çocukları döve döve arsızlaştırıyor. Ağzım dolu dolu, çok acayip isyan ediyorum. Pazar günü sizler de okuyun ve sinirlenin. Etrafınızda çocuk döven kadın ya da adam varsa onları hayatınızdan çıkarın, hatta şikâyet edin. Pazar pazar okudum sinirlendim ben de! Ama çocuklarını döven annelere değil, böyle kendini bilmez, bir kahraman edasıyla “direkt şikâyet edeceğim, direkt arayacağım polisi,” diyen onun gibi densiz insanların, kalabalıkları galeyana getirmeye çağıran yazıların günlük bir milli gazetede yayınlanarak bu çöp fikirlerin çok insana yayılmasına benim sinirim. Bir “Hoop!” demek lazım! Biraz haddini bil. Ailelerinin elinden alınmaları onların hayrına olacak çok çocuk vardır eminim ama sen kim oluyorsun, veya polis/devlet kim oluyor da çocukları anne-babalarının elinden alıyor? Onların çocukları daha iyi yetiştireceği ne malum? Çözüm bu mu? Bence çözüm bu kadınları anlamaya çalışmak ve onlara destek olmak. Esin Hanıma şöyle bir e-posta yazdım: Sizin çocuğunuz var mı merak ettim. Varsa kendiniz mi yetiştirdiniz merak ettim. Evet, bir kadının kendi öz çocuğunu dövmesi, ona sövmesi, “Öl” demesi pek akıl alacak bir şey gibi durmuyor ama... Ama işte orada kocaman bir AMA var. Çocuk yetiştirmek kolay iş değil. Hele de sürekli maddi bir mücadele içinde olan, manevi olarak kocasından ailesinden destek bulamayan kadının işi iyice zor. Ben ki, çok harika bir kocaya sahip eğitimli bir kadın olarak, asıl önemlisi, ilk bebeğimi, tamamen sağlıklı bebeğimi kaybetmiş, kırkından sonra anne olmuş biri olarak... ki kızım da diğer çocuklara göre çok iyi bir çocuk diye bakıyorum, tüm bunlara rağmen bazen o kadar sabrımı zorluyor ki benim de içimden ona ciddi bir tokat atmak, kolundan tutup pencereden atmak geçti. Elbette yapmadım. Ama çocuk bir sabır testi, ömür törpüsü. Özellikle itiraz edip söz dinlememe evrelerinde daha da zorlayıcı oluyorlar. Mantıken laf anlatabileceğiniz bir yaratık değil çocuk, tutturdu mu tutturuyor, zaten yorgun ve bezginken sizi iyice zıvanadan çıkarabiliyor. O nedenle, kusura bakmayın, hiçbir kadın, çocuğunu dövmüş sövmüş olsa da sizin o bedduanızı hak etmiyor. Tam tersine, daha çok destek ve anlayış görmesi gereken bir insan demektir. Çünkü yeterince destek ve anlayış gören bir kadın ne kendi öz çocuğuna ne başka bir çocuğa zarar vermez. Bu kadar basit. Dışarıdan konuşmak kolay. Ben de kendimi üstün görebilirim çocuğuma hiç vurmadım, hatta hiç bağırmadım diye. Ama dürüst olmaz, çünkü bunların içimden geçtiğini, bunun da çok insani ve doğal olduğunu biliyorum. Bekleneceği üzere, cevap vermedi (veya ben cevap alamadım. Hangisini tercih ederseniz.) Üstünden bir ay geçti... Lara hasta. Sözümü de dinlemiyor ki iyileşsin. Öksürdüğünde balgam ağzına geliyor belli, “Tükür” diyorum, “Korkuyorum,” diyor. Yahu neyine korkuyorsun? O mikropların içinde kalmasından kork, dışında çıkmasından değil; vücudun onu atmak istiyor sen izin vermiyorsun. “Bir şey ye” diyorum, yemiyor. Nane-limon çay yapıyorum içmiyor. “Üstüne bir şey giy” diyorum giymiyor. “Uyu dinlen” diyorum uyumuyor. Tabii sonra dayanamıyor, gidip yatağa bayılıyor. İçim gidiyor, acı çektiğini gördükçe canımdan can koparılıyor. Elimden bir şey de gelmiyor. Ve çok kötü bir şey yaptım. Dedim ya hasta ve söz dinlemiyor, söylediğim hiçbir şeyi yapmıyor. Ondan sonra da ağlayıp sızlanıyor. Önce “Kendi düşen ağlamaz” dedim, “Kendi hasta olan da ağlamaz.” Söylediğimi yapmayan birini iyileştirmek nasıl elimden gelsin? Öksürüp duruyor, içim gidiyor. Sonra yine öksürünce “Öksür! Geber!” dedim. Deyiverdim bir anda! Ve ağzımdan çıkanı duyduğum anda kahroldum! Hayatta ASLA istemeyeceğim bir şey bu. Dile getirmiş olmak dahi korkutucu, kahredici. Oturdum ağladım. Kendime ağladım. Nasıl bu kadar yıpranmış olduğuma... İnsan nasıl, doğurduğu tüm kahrını çekerek büyüttüğü canından çok sevdiği bir varlığa böyle bir şey der? Bilinçli olarak demez elbet! Kızgınlıkla der. Bir özür değil tabii bu. Muhtemelen de annemden kaptığım bir söylem. Onun tarzını kopyalamak. Bu da bir özür değil tabii. Ama gerçek. Diyormuş demek ki insan. Hiç kastetmediği şeyler, kızgınlık anında ağzından çıkıyormuş. Kızgınlık da değil, asıl sebep korku aslında. Her ufacık hastalanmasında, belli etmesem de, korku ile ilaca sarılmasam da... -Nitekim bu yaşına kadar tü-tü-tü-tü, poposuna iki kez fitil dışında ilaç kullanmadı, yani ben vermedim, verdirtmedim.- öyle bir korkuyorum ki! Her an hiç beklenmedik bir şey olacak, bir anda ölmese de ne bileyim ben sağır kalacak, ciğerleri kalıcı zarar görecek filan diye korkuyorum. Ve bir de çaresizlik var tabii. Çaresizlik.: Çok berbat bir duygu. Onu iyileştirmek için bir şey yapamıyor olmanın çaresizliği. Yani amansız bir hastalık değil, elimden gelecek bir şeyler var, ama benim değil onun elinden gelmesi gerek, o da yapmıyor sinir oluyorsun. Onun acı çekmesine dayanamadığından, onu öyle görmeye katlanamadığından ve söz dinletemediğinden... “Aldırmıyorum sana madem” demek. Diyerek kendini rahatlatmaya çalışmak. Bunun doğru olmadığını bildiğin için de kendini boktan hissetmek. Söylediğin hayatta asla istemediğin bir şey olduğu için pişmanlık duymak. Allah bana kızımın acısını göstermesin. Bir tanesinin acısını gördüm, yetsin. Lavinia'dan bir sene evvel bir kalem kaybetmişim sonra bulmuşum. Ne özelliği vardı kalemin bilmem, belki kaleme değildi üzüntüm, sadece kaybetmeye idi. “Bana kaybettiğimde ağlayacağım şeyler verme” diye yazmışım defterime. Değerli şeyleri kaybetmek acı veriyor. O değerli şeye hiç sahip olmamış olmak daha mı iyi derseniz değil sanırım. Ama işte insan kendini acıdan korumak istiyor. Bazen mutluluklar pahasına... *** Dün akşam yemek yapıyorum, ocakta üç şey pişmekte. Lara “Makarna” diye tutturdu. Sürekli makarna yemesinden de rahatsızlık duyuyorum, biraz başka bir şeyle beslenmesi lazım ama zorla ağzına tıkmak da mümkün olmadığına göre yapacak bir şey yok. Arada bir “Madem büyüdüm diyorsun, git kendin pişir ye makarnayı” diyorum. Başka bir şey bulamazsa aç kalınca yiyecek nasıl olsa diye bakıyorsun... Ama yemiyor! Kazın ayağı öyle işlemiyor işte. İki lokma alıyorsa alıyor, sonra saatlerce aç direniyor. Sonunda sen anne olarak dayanamıyorsun, boğazına bir şey gitsin de ne giderse gitsin diyerek makarnayı yapıp koyuyorsun önüne. (Belki de ben çok yumuşak davranıyorum. Bilemiyorum... Biraz daha zorlasam, diretsem? Ama onun da mantığını, gereğini göremiyorum. Vardır belki kendince bir bildiği. Neden doğal eğilimini bozayım, zorla istemediği şeyleri ağzına tıkayım ki özel bir sağlıksızlığı yokken?) Bir de lütfeni öğrendi şimdi. “Annecim bana makarna yapar mısın lütfen?” diye tatlı tatlı soruyor. Suratına bakıyorsun. “Lütfeeen...” diyor. “Lütfen annecim, ağlamadan ağlamadan...” Onu da benden öğrendi tabii. “Ağlamadan söyle, ağlamadan iste bir şey istiyorsan,” dedim, ağlamayı bırakıp düzgün istediğinde de yaptım. Şimdi işi öğrendi. Bir de üstüne lütfeni öğrettim. İyi mi ettim bilmem. Mecburen bir de ona makarna koydum ocağa. Sonra ne oldu? Bana “Lütfen” diye yalvararak yaptırdığı makarnaya dokunmadan yattı. “Ben çok yorgunum” dedi gitti. Babası gelmeden yattı. Diyecek bir şey yok. Birkaç saat sonra uyandı. Yanına gittim. “Ben seni çok seviyorum biliyor musun?” dedi. “Sana öpücük vermek istedim.” Ve beni öpüp geri dönüp uyudu. Var mı bundan daha güzel bir şey hayatta? Tabii sonra sabaha karşı acısını çıkardı. Uyandı “Süt istiyorum,” 15 dakika sonra “Su istiyorum,” 10 dakika sonra “Süt istiyorum,” 5 dakika sonra “Anneee suuu!” Birkaç gecedir aynısını yapıyor, süt-su, süt-su, ritüelimiz bu. (Arada meyve suyu da istiyordu ama evde kalmayınca mecburen onu es geçiyoruz.) Kız sıvı diyeti izliyor kendini tedavi için! Bunlar hadi neyse... Ardından “Anne çişim geldi.” Haydiii sıcacık yatağından bir kez daha kalk kızı götür tuvalete oturt bekle altını sil geri indir yatağa dön. 10-15 dakika sonra “Ben acıktım.” Ben duymadan Carlo kalkmış armut soymuş getirmiş. Lara halen “Daha da açım” diyor. Açtır eminim ama söz dinleseydi, kim dedi ona aç yat diye? Tam tersine ben dedim “ye bir şeyler sonra yat” diye. Bana makarna yaptırttı o kadar, yemedi. Benim de tepem attı. “Yok” dedim. “Sabah olunca kalkar yersin, şimdi uyu.” Bir süre sustu ama sonra yine başladı. Dedim ki “İstiyorsan kalk, önüne makarnayı koyayım, kendin yersin, sonra da girer yatağına uyursun.” Kabul etmedi tabii ki. Ayağına hizmet istiyor, maksat bizi uyutmamak. “O zaman sus” dedim, “Bir daha ağzını açacak olursan gidiyorsun buradan.” Anladığınız üzere hep beraber uyuyoruz. Ancak iki dakika dayanabildi, sonra yine “Ben açım.” Ve benim kontak attı! Kalkıp ışığı açtım, “Haydi gidiyorsun” dedim. “Kalk gidiyorsun.” Carlo halen hasta olduğunu söyleyerek onu korumaya kalktı. “Yeter” dedim, “Kaç kere söyledim, kalksın yesin istiyorsa. Ona da hayır. Saat 4,5'ta uyandırdı, saat 6, uyutmadı. Yeter! Bizi kullanıp duruyor.” Öyle kızgındım ki! “Şöyle okkalı bir tokat atmak geçiyor içimden,” dedim. Carlo “Biliyorum” dedi. Bunun üzerine Lara ağlayarak sesini çıkarmayacağını söyledi ve yattı uyudu gerçekten de. Sabah kalktığında ne oldu dersiniz? Bir ısırık, küçücük bir ısırık almış elmadan! “Ye kızım” diye önüne bir sürü şey koydum yemedi. Aç olduğu palavra yani. Öğlen desen öyle. Üç çatal makarnayı zar-zor yedi. Sonra bir de sadece kendi için tutturduğu şeyler yetmiyormuş gibi bazen size de karışıyor. "Onu giyme," "Ayağını oraya koyma." Küçük diktatör! Bağırıp çağırarak kriz geçirerek onun bana uyguladığı da şiddet, manevi şiddetin alası! "Bunu yeme." Yahu niye yemeyeyim? Açım ve çok güzel yemek yapmışım. "YEMEEEEE!" diye çığlık atıyor, kolunuzu çatalınızı çekiştiriyor. 4 yaşında çocuk ne kuvveti var demeyin. Kafasını taktı mı dört kaplan kuvvetinde! Evet, kolundan tutup odasına götürüp kapıyı üstüne kilitleyebilirim tabii ama kolumu kurtarıp lokmamı ağzıma sokamıyorum. "Neden yemeyecekmişim?" sorunuza mantıklı bir cevap almanız zaten mümkün değil. İnsanın her zaman sabırla laf anlatmaya çalışacak hali de olmuyor. Bir keresinde sakin ikinci üçüncüde sakin onuncuda sakin... On birincide zıvanadan çıkıyorsunuz! Kocam ki tanıdığım en sakin adam diyebilirim. Neredeyse aziz mertebesinde biri. Bunca yıldır kızdığını bir-iki kere görmüşümdür. Gerçi kızdığı şeylerden rahatsız da oldum ve kızgınlığını bastırıyor da olabilir ama sonuçta o bile bazen Lara'ya katlanamıyor ve yüz ifadesinden anlıyorsun içinden geçenleri. Kendi de itiraf ediyor zaten, Lara'ya bazen çok öfkelendiğini, içinden ona vurmak, şöyle güzelce bir evire çevire dövmek geçtiğini. Aranızda melek olan, çocuğuna hiç sesini yükseltmemiş, hiç vurmak istememiş olan varsa beri gelsin. Tabii 3-5 aylıkken çocuğu bir bakıcıya veya yuvaya bırakıp gidenlerden bahsetmiyorum. Gerçi onlarınki de ayrı stresli bir hayat olsa gerek. Sabah işe git koştur, akşam eve gel koşuştur. Hayır, ben hiç vurmadım kızıma. Ama vurmak istedim. Ve desteği olmayan, hayattan bezmiş bir kadının çocuğunu gayet rahatlıkla döveceğini, dövebileceğini biliyorum. İnsanın ağzından asla istemeyeceği şeylerin de çıkacağını biliyorum.: Maalesef. *** Onu öyle çok seviyorum ki. Canından çok sevmek işte böyle oluyormuş. Onun güzel suratına her baktığımda milyonlarca öpücük vermek geçiyor içimden. Yanaklarını ısırmak istiyorum. Onu ısırmamak için kendi parmağımı ısırıyorum. Sol elimin işaret parmağının alt boğumunu. Acıyor. Onunla “yüz öpücük, bin öpücük” oynuyorum, o “Yoruldum” diyene kadar onu öpüyor öpüyor öpüyorum. Onu yiyip geri içime sokasım geliyor. Çok mu şımartıyorum iyi mi ediyorum kötü mü bilmiyorum, ama ben bunları yapıyorum. Ve sanırım yapabildiğim sürece de yapacağım.
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
AuthorGülin De Vincentiis Archives
February 2016
Categories |