Fiumicino'da uçağımızı beklerken vakit geçirmek için dolanıyordum. Ah, orada renkli, hoş çantalar var, bir gidip yakından bakayım. Alışkanlık işte, fiyata da bakıverdim ardından. Biri 17.000 Euro idi. Markaya bakmak için kafamı kaldırdım. Dolce & Gabbana. Kendimi zengin hissettim birden. Güzellerdi ama satın almak isteyeceğim şeyler değillerdi. Havaalanda biraz daha dolaşınca, aldırmadığım ne kadar pahalı şey olduğunun farkına vardım.
Sonra İstanbul'daydım. Arnavutköy'de eve götürmek için lahmacun bekliyordum. Camekânda koca harflerle yazılı Coca Cola reklamını gördüm. “Coca Cola- Bu lezzeti Coca Cola ile tamamla.” Sonra önümdeki sofraya baktım... Masa altlıklarında İstanbul’un renkleri ile bütünleşen Coca Cola reklamı. Ardından kafamı kaldırıp karşı sokağa baktım. Köşedeki restoranın tabelasına ilişti gözüm. İşte orada da lokantanın adının iki yanında Coca Cola. Birkaç gün önce bir alış-veriş merkezinde yemek siparişimin hazırlanmasını beklerken de Coca Cola reklamı seyretmiştim. Bir bardağa ahenkle dökülen kolanın içine atılan buz küpleri, şişenin üstünden ter gibi kayan su damlacıkları. Ve bunların size verdiği ferahlık hissi. O reklamı yaratmaya ne kadar emek ve zaman harcandığını düşünmüştüm. Ve elbette para. Bilincimizin dışında, istemimiz haricinde -ve genellikle istemimize karşı olarak- ne kadar çok Coca Cola bombardımanına tutulduğumuzu düşünmeden edemedim. Bir kez daha kendimi çok şanslı ve zengin hissettim. Dünyayı harcasalar Coca Cola satın almam. Bedava verseler de içmem. Veya belki bir yudum alırım. Eğer üstüne iyi para öderlerse üçte bir şişe içebilirim. Eğer tüm şişeyi içmemi isteyecek olurlarsa bana ciddi iyi para ödemeleri gerekir. Sonra, bana sorarsanız gereksiz ve zararlı bir içecek olan Coca Cola reklamı için ne kadar para harcandığını düşündüm. (Kolakoliklerden özürlerimle....) Düşünce zincirim kendime doğru kaydı. “Eğer Coca Cola'nın bütçesi benim makalelerime, benim fikirlerime, marka olarak benim ismime harcansaydı nerede olurdum? O zaman insanlar kitaplarımı okur muydu, onlara fikirlerimi aşılamak mümkün olur muydu?” Bu fikrin üstünde çok durmadım, ne de olsa asla olmayacak bir şey. Hoş, belki öyle dememeliyim, neden olmasın? Belki bir gün zengin ve eksantrik bir kadın bir adam yazılarımı okur ve beni arar. Merak etmeyin... Bunun olması için nefesimi tutmuyorum. Kendimi yeterince zengin hissediyorum.
0 Comments
Hürriyet Daily News'te Eylül 2015 tarihli bir haberde “Hürriyet neden mülteciler, birçoğu çocuk, Yunanistan yolu üzerinde Ege sularında boğuluyorlar diye araştırmaya girişti. Cevap: Boğuluyorlar çünkü 'geri itiliyorlar,' çünkü 'kanlı bir ekonomi' yaratıyorlar ve çünkü onlara organize bir şekilde yeterince yardım etmiyoruz,” diyordu.
Üzgünüm ama cevapları yanlış. Sınır ölümlerinin tek ve tek nedeni vize denen şeyin varlığı ve insanların bu doğa kanunlarına aykırı uygulamaya olan kör inançları! Bunu söyleyen bir tek kişiye de rastlamadım. Göçmenler, bir yere bilet alıp uçağa atlayıp gidemedikleri için ölüyorlar. Nokta. Bunun onların durumundan faydalanan insan kaçakçıları ile filan alakası yok. Günah direkt olarak bu dünyayı yönetenlere ait, dünya çapında ırk ayrımcılığını onlar yarattılar, gerçek suçlular onlar. Nokta. |
AuthorGülin De Vincentiis Archives
February 2016
Categories |